Kendimizden başlamak
Kendimizden başlamak
Merhaba dostlar.
Hepimiz hayat kavgasının içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Ama bu kavga sırasında hiç düşündük mü, acaba biz kendi yaşamımızı daha iyi yapmak için uğraşırken ya da ayakta kalmaya çalışırken, başkalarının yaşamlarını zorlaştırıyor muyuz?
Acaba elimizdeki çöpü ya da izmariti yere atarken bir an durup, etrafta bir çöp kutusu arıyor muyuz?
Restoranlarda ya diğer kapalı, hatta açık yerlerde sigara içerken hemen yanımızdaki sigara içmeyen gencin, astımlı hastanın ya da çocuğun içen kişi kadar zarar gördüğünü hatırlayıp, biraz uzaklaşıyor, ya da o kimseden izin istiyor muyuz? Kalabalık bir otobüste gördüğümüz yaşlı ya da çocuklu kadına ya da ayakta zor durduğunu gördüğümüz bir büyüğe kalkıp yer veriyor muyuz? Acaba diğer insanlar kuyrukta beklerken açıkgözlük, ama aslında saygısızlık yapıp en öne geçip, diğerlerinin itirazlarını duymazlıktan mı geliyoruz? Hatta daha ileri gidip, ne karışıyorsun, sana ne diye kabalaşıyor muyuz?
Bir toplum olmanın incelikleri şehir yaşantısında daha fazla özen gösterilmesi gereken bir konu. İstanbul bir metropol. Herkes başka şehirlerden kalkıp geldi. Burası onların memleketi değil. İstanbulluyum diyen sayısı gitgide azalıyor. İstanbullu olanlarsa, çevrelerinde gördükleri bu garip anarşik kalabalığa bakıp her dakika bu çok sevdikleri şehirden kaçma ve daha uygar bir yaşam sürme içgüdüsüyle savaşıyor. Bu şehri kendimiz ve diğerleri için yaşanılır bir hale getirmek için yapabileceklerimiz var.
Yapabileceklerimize önce kendimizden başlayalım.
Bugün, her sabah önünden geçtiğimiz çiçekçiye adını soralım. Komşumuza günaydın diyelim ve bir gülümsemeyi esirgemeyelim. Yola yuvarlanmış bir taşı alıp kenara koyalım. Çocuklarımıza hayvanlara saldırmamayı öğretelim. Hiçbir hayvan kendini korumak gerekmiyorsa saldırmaz. Onlar insanlardan daha candan, daha insancıl, daha saftır. Çocuklarımıza onlarla dost olmayı öğretelim. Pencerelerimizi çiçek saksıları süslesin. Çevremizle dost olmak, onu güzelleştirmek için bir şeyler yapalım.
Biz yaşadığımız ortama ne veriyoruz? Bunu kendi kendimize soralım. Mutsuzluğumuzu, çöplerimizi, gerginliğimizi, hilekârlığımızı, açgözlülüğümüzü mü? Yoksa bilgimizi, sevgimizi, dürüstlüğümüzü mü?
Komşunun karısını, başka apartmanda oturan adamın parasını mı konuşuyoruz, yoksa çevre kirliliğini, dünyadaki ve yurdumuzdaki açlık ve sefaleti, insanların din adına birbirini öldürmesini, insanların başı açık- başı kapalı diye sınıflara ayrılarak politik rantlar sağlamasını, işe alınacakların “kart hamili yakınımdır” meselesi yoksa kapılardan çevrilmelerini mi? Kendi adımıza bir duruşumuz var mı?
Bu ülkeyi, bu şehri, bu kasabayı gerçekten seviyor muyuz? Çok azımız yaşadığımız yere kendi çocuğumuzmuş gibi içimiz titreyerek bakıyoruz. Manzaramızı kapattığı için bahçemizdeki ağacı kestiriyor, nasıl olsa çöp var diye yanına kendi çöpümüzü de atıyor, güzelim sahillerdeki çimenlerde, çevreyi yürünmez, geçilmez, nefes alınmaz hale getiren mangallarımızı kuruyor, temiz hava almak ve spor yapmak isteyen insanları dumanlara ve kokulara boğuyoruz. Kızanları ise ukalalıkla, züppelikle suçluyor, saldırıya geçiyoruz. Uygar ülkelerin hiçbirinde görülmeyen manzaraları kendimize yakıştırıyor, daha sonra da biz adam olmayız diyoruz.
Uygarlık, kendi sınırlarımızı korurken, başkalarının sınırlarına saldırmamak, onların hakkını gasp etmemek, sokakları kendi evimiz gibi, insanları kendi ailemiz gibi görmektir. Sokaktan kasaba, kasabadan şehir, şehirden ülke olacak ve biz bu ülkede uygar ve örnek bir yaşam süreceğiz. Eşlerimizle, çocuklarımızla… hep birlikte.
Önce kendimizden başlayalım. Ne dersiniz?