Denemeler…
Yazı hikayem…
Hep yazdım. Az ya da çok. Şiir oldu, günlük oldu, öykü oldu… İlkokuldan başlayarak eline ne geçerse okuyan bir çocuk oldum hep. Jules Verne’den Saint Exupery’ye rüya kitaplarım vardı. Ortaokulda kütüphanenin müdavimlerindendim. Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Panait İstrati, Pearl S Buck, Hemingway, Yaşar Kemal, Reşat Nuri, Aziz Nesin, hatta Fuzuli, Nedim, Yunus Emre, Karacaoğlan… Elbette daha sayamadığım birçokları. Bir de iki mükemmel Türkçe sevdalısı öğretmen: Nuriye Kırkpınar ve Münevver Yardımsever. Işıklarını yaydılar üzerimize.
Bu kadar çeşitli kaynaklardan beslenmek, dünyada başka bir yerlerde başka türlü bir şeyler olduğunu, başka kültürlerin ve düşüncelerin olduğunu, aşkları, entrikaları, savaşları, dünyanın en derin insanlarının insana ve hayata bakışını çok erken gösterdi bana. Hepsinden birer damla alıp içimde çoğalttım… Fakat tıp eğitimi beni okumaktan ve yazmaktan kopardı. Ya da başka şeyler okuyordum artık. Anatomi, dahiliye, göz…
Günün birinde hayat öyle bir yere geldi ki, Sait Faik misali, “yazmasaydım ölecektim”. Yazmak her şeyden önce kendimle bağlantı kurmanın bir şekliydi. Ama uzun yıllar günlük yazmanın dışında kalemi elime almamıştım. İki yıl Mario Levi yazı atölyesine katıldım. Çok güzel bir grupla ve arkadaşlıklarla yazmanın tadına bir kez daha vardım.
Bir yerlerden tekrar başladım. Biliyorum arkası gelecek.
Yayınlanan öykülerim
https://kiltabletoyku.com/author/fusun-uzunoglu/
Zamanın tortusu…
Düşünürsün, yaşarsın, bazı kez de sırf yazmak için yazarsın.
Sonra paylaşmak istersin, çünkü paylaşmak büyütür.
Platon’un mağarası
O öğrenilmişliğin içinde yaşarken ve hiç dışına çıkmazken nerede durduğunuzu asla bilemezsiniz. Farklı bir şeyler olabileceğini ve farklı bir “ben”, farklı bir “biz” olabileceğini bilemezsiniz. İlle de çıkmanız lazım o mağaradan.
Bir serginin ardından: “ve Kadın”
Çıkış yolu bulamazsın. Oturup üzerinde düşünemezsin bile. Kimseye söyleyemezsin. Gidecek yerin yoktur. Kol kırılıp yen içinde kalır. Ama işte orda sen varsın. Yaşıyorsun. Nasıl yaşamayı seçiyorsun?
Kendimizden başlamak
İstanbullu olanlarsa, çevrelerinde gördükleri bu garip anarşik kalabalığa bakıp her dakika bu çok sevdikleri şehirden kaçma ve daha uygar bir yaşam sürme içgüdüsüyle savaşıyor.
Konu Ev
Aslında evle olan o çekişmeli ilişkimi hiç düşünmemiştim bu zamana kadar. Bana kalsa insan ilk doğduğu evde yaşamalı.
Korku üzerine
Medyanın, büyüklerimizin, toplumumuzun bize koyduğu sınırların içinde hapsolup kalmak. Bana olan, hepimize olan buydu. Korkuydu
Kontes’in ölümü
Belki de uyuyacak ve sessizce geçip gidiverecek. Ama zor olacağı kesin. Ruhumun bir parçasını da götürecek, kesin.
Tomris Uyar’dan bir uyarlama
Hava kararıyordu. Akşamcılar yavaş yavaş masalara yerleşmeye başladılar, tanıdık selamlar alınmaya başlandı. Zamanıydı. Kalktım, omuzuna dokundum yavaşça. İçeriden bir şarkı duyuluyordu.
Beyaz gelinlik
Sonra saçlarını omuzlarına saldı, sırları dökülmüş küçük aynadaki yüzüne baktı bir süre, beyaz elbiseyi giydi, sedire uzandı, gözlerini kapadı.
Bir masal şehir
Uzun bir yolculuk. Lokomotif seslerini ninni yaparak, trenin içinde koşuşturarak, burnumuzu pencerelere yapıştırarak, tünellere her girişte çığlıklar atarak gidiyorduk.
Pencere
Akşam, buluşma saatim. Gözümün ucuyla karşıdaki aynı pencereye bakıyorum. Sonunda ışıklar yandı. Aynı loş ışık ve pastel tonlar. Sandalyemi pencereye yaklaştırıyorum ve merakla perdelerin aralanmasını bekliyorum.
Martılar
Onlar tüm güzellikleriyle, hala beyaz kalan tüyleri ve güzelim gagalarıyla, masum, sakin, vapurların etrafında dolanıyor ve dalgalarda sallanıyorlar.
Akasya ağacı
Onun bize verdiklerine değer vermeyen birileri tarafından yok edilmesine karar verilmişti. Suçsuz birini ölümle cezalandırmak gibiydi.
Güzel bir gün
O maviyi beklediğim diğer akşamları düşüneceğim; yalnız, ya da paylaştığım. O maviyi bir başkasının da benim kadar sevip sevmediğini merak ettiğim, ama bunu şimdiye dek hiç sormadığım gelecek aklıma.